Edebiyat dünyasına birçok Yazar ve Şair yetişmesinde demet demet katkı sunan Selim Tunçbilek, (UHA) Uluslararası Haber Ajansı Adana İl Temsilcisi Remzi Yıldırım’a özel açıklamalarda bulundu. Kurtoğlu, Dede Korkut Hikâyeleri, geleneğin Türkçede ne denli köklü ve güçlü bir geçmişinin olduğuna dikkat çekti.
Selim Tunçbilek; “ Üzücüdür ki; 1975 yılında 286. sayısını “Türk Öykücülüğü Özel sayısı” olarak çıkaran Türk Dili dergisi böylesine köklü geleneğin temel kaynak eserlerinden olan “Dede Korkut Hikâyelerine” ufacık bir değini ve değerlendirme yapma gereği duymamış olmasıdır “ konusunu da irdeledi.
“DEDEKORKUT HİKÂYELERİ KÖKLÜ GEÇMİŞİ ANLATIR”
Dünya edebiyatında hikâye olarak yazıya aktarılmış ilk hikâyenin Boccacio’nun Decameron’un kaleme aldığı ve Hint kaynaklı anlatılardan etkilendiği ve dolaysıyla hikâyenin kaynağının doğu olduğu ifade edildiğini kaydeden Selim Tunçbilek, konuyu tesbitleri ile irdeledi.
Kelimelerin Seyir defterini tutan edebiyat adam Selim Tunçbilek; “ Bizde ise Boccacio’nun Decameron kaleme alındığı zamanlardan önce anlatılan ve 15. Yüzyılda kaleme alındığı kesinleşen; Dede Korkut Hikâyeleri, geleneğin Türkçede ne denli köklü ve güçlü bir geçmişinin olduğunu göstermektedir. Medeniyetlerin gelişimi de belli başlı coğrafyalardan olduğu dikkate alınırsa bu çokta yadırganacak bir durum değil. Kuzey Afrika’da Nil vadisi ve Anadolu’da Fırat ve Dicle nehirlerinin beslediği Mezopotamya vadisi, insanlığın bugünkü gelişmişliğe kavuşmasında önemli duraklarından olduğu genel kabul görmüştür “ vurgularını gerçekleştirdi.
“ BİZİM BÜTÜN YAZARLARIMIZ BATICIDIR “
Edebiyat dünyasının seçkin isimlerinden Selim Tunçbilek; “ Üzücüdür ki; 1975 yılında 286. sayısını “Türk Öykücülüğü Özel sayısı” olarak çıkaran Türk Dili dergisi böylesine köklü geleneğin temel kaynak eserlerinden olan “Dede Korkut Hikâyelerine” ufacık bir değini ve değerlendirme yapma gereği duymamış. Belki yazar ve aydınlarımızın evrensel değer ve metotları kullanarak, yerli kaynakları merkez alan, doğru temelli düşünce geliştirmede ne denli zafiyet içinde olduğunu göstermesi açısından, tarihi bir kaynak olarak arşivimizde yerini koruyacaktır. Batılı eğitim tekniği ile ilmi, özgür eğitim tekniğini hala biri birinden ayırt edememiş olmamızın akademik boyutlu tartışmaların vaktinin çoktan geçtiği açıktır. Kaldı ki; derginin bu özel sayısında, Selim İleri’nin kaleme aldığı; “Türk Öykücülüğünün Genel Çizgileri” başlıklı ilk yazıda “Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşma çabası, yazarlarımızca benimsenmiş mi, benimsenmemiş mi; bunu bile kavrayamıyoruz. Eleştirilerin yüzeydeliği bir yana olayın sorunsallığa dönüştürülme biçimini ve kimi zaman Batı karşısına çıkartılan iyice kof, yoz değerleri bugün kolay kolay savunamayız.” Hükmü bütün bu söylediklerimi doğrular bir kıymet taşımaktadır. Kaldı ki; bizim bütün yazarlarımız batıcıdır ve konuları da buna rağmen genellikle yanlış batılılaşma üzerinedir. Bu tespitleri konuya ilişkin tarihi bir kayıt olarak bir kenara yazalım ve asıl konumuza geçelim. Tür olarak yalnızca hikâye ağırlıklı yayınlanan dergilerin edebiyatımızda kendini belirgin olarak artırarak hissettirdiği günümüzde, geleneksel tür; edebiyatımızın da şiirle birlikte ağırlık merkezini oluşturmaya devam ediyor. Türk Hikâyeciliği her döneminde güçlü kalemleri bünyesinde barındırmış ve türün farklı örneklerinin zenginleştirdiği insanlık mirasının temel kaynaklarından biri haline gelmiştir. Önümüzdeki yüzyıllarda, bu zenginlik ve yetkinlik dünyada daha ciddi biçimde dikkat çekecektir.
Aziz Efendi, Ahmet Mithat, Emin Nihat, Şamipaşazade Sezai, Nabizade Nazım ile geleneğin güçlü izleriyle başlayan tür; Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Halide Edip, Reşat Nuri, Hüseyin Rahmi, Refik Halit, M. Şevket Esendal, A. Şinasi, Hlikarnas Balıkçısı, A. H. Tanpınar, Sebahattin Ali, Saik Faik, Orhan Kemal gibi kalemlerle saygın örneklerini sunmaya başlayan Anadolu Türkçesi sürekli bir gelişim içinde olmuş ve türün dünyadaki değişimlerine paralel yeniliklere açık bir yapıyı da örneklerine taşımıştır. Rasim Özdenören, Sevinç Çokum, Demir Özlü, Tahsin Yücel, Necip Tosun, Ahmet Büke, Mustafa Kutlu, Misli Baydoğan, İmdat Avşar gibi geleneği modern hikâyenin imkânlarıyla donatarak geleceğe yön ve kıymet veren ustaların yanında, dergilerimizde boy gösteren genç yeteneklerin pek çok dergide aynı çaba içinde olduklarını belirtmeliyim.”
“A KALEMLER DERGİ KADROSU DEĞİŞMİYOR BU ÖNEMLİ”
Selim Tunçbilek; “ Takip ettiğim A kalemler dergisinde çıktığı günden itibaren dikkat çekici hikâyecilerin olduğunu ve yazımın konusunun bu hikâyecilerin hikâyelerinin oluşturacağını vurgulamalıyım. Akalemler dergisi çıkışında her ne kadar iddialı bir dergi görüntüsü çizmemiş olsa da ürün odaklı bir dergi olma vasfını hep korudu. Edebiyatın türleri konusunda kıymetli örnek metinler yayınlayarak dikkat çekmekle kalmayıp kendinden söz ettirmeyi de bildi. Zaman zaman edebiyat mahfillerinde derginin gündem olduğunu yakinen biliyorum. Bu konuşmalarda derginin kimi kıymetli metinlerinin okunduğuna tanığım. Her sayısında yayınladığı hikâyeleri ile de kendine has ayrı bir zemin oluşturduğuna işaret etmek istiyorum. Derginin ağırlıklı değişmez yazı kadrosu, Selim Tunçbilek öncülüğünde, Burhan Kale, Mustafa Yılmaz, Kurtuluş Çelebi, Zehra Meral Konşuk İvecan, Fatma Dağlı, Melike Çelik, Zehra Akkaya, Pınar Alkış, Kübra Kızıltoprak, Funda Kara, Emre Karasu, Gölge Sümer, Seçil Aksaraylı, Canan Coşar, Sonay Karasu, İlkay Coşkun, Vildan Coşkun Poyraz, Hilal Kutlu, Alaaddin Ünal, Rıdvan Yıldız, Mustafa Işık, Hızır İrfan Önder, Esra Erdoğru, Mehmet Uysal, Gülhanım Ebru Bulkurcu, Rukiye Kaya, Osman Aytekin, Yusuf Bal, Hatice Baran, Mustafa İbakorkmaz, Erol Metin, Remzi Yıldırım ve İbrahim Savar’la birlikte geniş bir yazar kadrosundan oluşuyor. Bunlar içerisinde Hikâyeleriyle dikkatimizi çeken kalemler ise Fatma Dağlı, Melike Çelik, Zehra Akkaya Kübra Kızıltoprak, Rukiye Kaya, Funda Kara ve İbrahim Savar. Bu genç hikâyeciler başka dergilerde daha önce hikâye yayınlamamış ilk çalışmalarını neredeyse Akalemler için yazmış oldukları anlaşılıyor.
Derginin kadrosunu TYB Kayseri Şubesinin düzenlediği Yazarlık Okulu kapsamında oluştuğunu biliyoruz. Buna rağmen ne şiirlerde ne denemelerde nede Hikâyelerde yazarların üslupların bir birine benzemediğinin altını öncelikle çizmeliyiz. Kurgularının da gerek şiirde, gerekse hikâyede çeşitli arayışlar olmasına rağmen kendilerine özgü bir ustalığa evirildiğine tanıklık ediyoruz. Bu nedenle dergi “Acemi Kalemler” olarak başladığı yayın hayatına 12. Sayısından sonra “Akalemler” olarak tashih ederek aslında edebiyat kamuoyuna bir mesajda vermiş olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede ne Melike Çelik’in hikâyeleri, ne Fatma Dağlı’nın hikâyesin, ne İbrahim Savar’ın yazdıkları diğerlerine benzemiyor. Hikâye Dili, hikâyelere yaklaşım biçimleri, üslupları, izlekleri, kurgu mantıkları çok farklı. Bu da gösteriyor ki bu hikâyecilerin hikâyeleri üzerinde durmak gerekir. Genç yeteneklerin yazmayı sürdürmeleri halinde hikâyemiz içinde iz bırakacaklarını düşünmeleri gerekir.
Melike Çelik hikâyeleri olay kurgusu içinde gelişen bir durumu kendine özgü anlatımıyla okura dokunmayı ve düşünmeyi hedeflerken, Fatma Dağlı neredeyse tüm hikâyelerinde musikiyi anlatının önemli bir izleği haline getirerek yazıyor hikâyelerini. Kübra Kızıltoprak daha ziyade hatıralara yaslayarak kaleme alsa da detayların önemini hatırlatıyor bize. İbrahim Savar ise yaşanıp bitmiş olayların tortusunu dışarda bırakarak bellekte kalanlarını insan ömründeki yıpratıcı izlerini anlatmayı hedefliyor. Zehra Akkaya önemsiz saydığımız hadiselerin cidarından dolaşarak ilgisiz saydığımız hiçbir olayın geleceği inşa eden asıl etken oldu konusunda okurun kaybolan dikkatini adeta toparlamaya çalışıyor. Funda Kara Anadolu’nun sıradan insanlarının zeki, cin fikirli, örtük ama birazda muzip yönlerini okurun zihnine kendine has tarzıyla yansıtmayı amaçlıyor. Bu tespitlerimizi yazarların herhangi bir hikâyesini okuyarak doğrulayabilirsiniz. Buna rağmen Melike Çelik’in Kabuk, Pencere, Ölü Soyucu hikâyeleri ayrıca üzerinde durulması gereken ürünler olduğunu düşünüyorum. Bu hikâyelerin her biri ayrı ayrı incelenmesi için okuru kışkırtan çalışmalar. İbrahim Savar’ın TYB Genel Merkez sitesinde de yayınlanan “Kısa hayat, Kısa çöp” çalışması yazarın yaşadığı döneme yani şimdiye, gelecekten bakan bir anlayışı yansıtması açısından önemli bir teknik yapı ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu genç hikâyecileri okumaktan ve takip etmekten ayrı bir keyif aldığımı belirtmek isterim “ ifadesinde bulundu.
“ FATMA DAĞLI METİNLERİNDE DİLİMİZE DOLANAN BİR ŞARKI GİBİ “
Selim Tunçbilek; “ Fatma Dağlı türkülerin, şarkıların hayatı aydınlatan yönüne ve insan ıstıraplarını dindirmede sunduğu imkânlara işaret ediyor. Her hikâyeyi okuyup bitirdikten sonra konu edilen parçayı bir kez daha dinleme gereği hissederek hikâyecimiz gibi hayatın içinde yeniden üretilmesine kaynaklık ediyorsunuz. Gün boyu dilimize dolanan bir şarkının dizeleriyle hayatın anlamı nasıl apayrı bir noktaya taşınır, derinleşir, çeşitlenir düşünmeden edemiyorsunuz. Fatma Dağlı kurduğu hikâye yapısı ile metinler arası oluşturmakla kalmıyor okurun zihninde metne dayanak teşkil eden duygu ve düşünceler ile metnin yapı taşı olan üst metnin zihinlerde her insanda yeniden üretilmesine hikâyeleri yoluyla zemin hazırlanıyor. Her metin okurda daha da zengin ve farklı yorumlara açık hale geliyor. Bunu yazarın konuyu kurgularken düşündüğü yapısal bir başarısı olarak görmek gerekir. Bu arada derginin en sık yazı kaleme alan çalışkan bir yazarı olduğunu da ilave etmem gerekir. İlk sayıdan başlayarak düzenli yazan derginin merkezinde duran kalemlerden olduğu görülüyor. Bu onu dergide farklı ve ayrıcalıklı bir konuma da elbette taşıyor.
Melike Çelik’in Ölü Soyucu isimli hikâyesi yalnızca kapitalizmin ciddi bir eleştiri olmaktan öte, at sineği göndermesi ile de eleştirinin içinde tarihi ve felsefi derinliği olan bir ürün olma özelliğini hep koruyacak gibi gözüküyor. Semboller üzerinden konuşan bir dilin çağrıştırdığı tek düze olamayan zengin metinlere dönüşüyor hikâyeler ve onları siz hangi zemine oturtacağınızı bilemiyorsunuz. Çok katmanlı anlatım yazarın bilinçli tercihi olarak bir kenara not ediyorsunuz elbette.
İbrahim Savar, Fatma Dağlı ve Melike Çelik’in daha önce akalemler dergisinde yayınlanan birer hikâyelerinin Türkiye Yazarlar Birliği genel merkez “Salgın Edebiyat” seçkisinde yayınlanmaya değer görülmeleri de bu yazarların başarılarının tesadüf olmadığını gösteren başka bir işaret olsa gerektir. Akalemler’de yetişmiş olan bu kalemler her dergide yazabilecek olgunlukta metinler inşa etmiş olsalar da onlar ısrarla dergilerinde yazmayı sürdürerek akalemler’i ayrıca bir inanç ve kadro dergisi haline getiriyorlar.
Hikâyecilerin şimdiye kadar yayınlanan eserlerinde gördüğümüz geleneğe özümsendiğini ama buna karşın arayışların sürdürülmesi gerektiğini yeni harmanlamaların yapıldığı konusunda düşüncemizi pekiştiren güçlü, özgün örnekleri hikâyemize eklediklerini söylemeyiz. Bunun basit kurslarla değil uzun emekler sonucu olabileceğini de vurgulamayız. Ayrı ayrı üslup, kişilik olmak kolay değildir. Bu genç ve hikâyemiz için ümit vadeden kalemlerin bunu başardıklarını da söylemeliyiz.
Bütün bunlar çerçevesinde bakıldığında akalemlerin okul dergi olma özelliğinin ötesine geçerek özgün ve yönlendirici bir dergi işlevine yolculuk yaptığına yazarları aracılığıyla tanıklık ettiğimizi ifade etmeliyiz. Çıkış yazıları bu çerçeveyi yazarları ve eserleri bağlamında altını çizen özelliğiyle kalmayıp edebiyatımızın istikametini de belirleyen kendine özgü yapı inşa ettiği de bir gerçek.
Aklalemler dergi olarak edebiyatımızı ve hayatımızı güzelleştirmeye devam etmeli. Tekdüze anlayışlar için içeriğinde oluşturduğu güçlü renklilikle Akalemler sadece hikâyede değil pek çok türde kendine has bir çekim merkezi oluşturmaktadır. Bu merkezde başta yazımıza konu olan hikâyecilerle birlikte tüm yazı kadrosunu yürekten kutlamak isterim. Dergi bu yazarlarının özelinde ayrı bir başarının hikâyesi haline de geliyor “ değerlendirmelerinde bulundu.
ADANA (UHA) - REMZİ YILDIRIM
SON YAZILAR