Rus sömürgeciliğin en önemli göstergelerinden biri de Moskova Knezliği’nin Kazan ülkesinin sınırlarının giderek daraltılmasıdır. İlk başlarda resmî yazışmalarda Kazan ülkesi olarak geçen bölge, 1. Petro zamanında Kazan Vilayeti olarak adlandırılmış sınırları da daraltılarak Sibir bölgesindeki topraklar çıkarılmıştır. 2. Katerina zamanında ise güneydeki topraklar da Kazan Vilayetinden alınmış, günümüzdeki Tataristan sınırlarından da daha küçük bir sahaya çekilmiştir.
Rus sömürgeciliğinin başlangıcı kabul Mart 1754’te kabul edilen Tuz Kanunu’dur. Halkın geçim kaynaklarında daralmaya sebep olan bu kanuna göre; halk sadece Rus Çarlığının istediği yerlerden tuz alıp satabilecekti. Tuz Kanunu’na karşı tepkiler Başkurt Tatar başkaldırısına dönüştü fakat Çarlığın cevabı çok kanlı oldu.
Hristiyanlaştırılmış Türkler ve diğer milletler için kurulmuş misyoner okullarında talebeler önce ana dillerini öğreniyor, başarılı olanlar Rus diline geçiyorlardı. Bu okullardan mezun olanların kendi ırkdaşları arasında Hristiyanlığı yaymaları isteniyordu. Ayrıca Kazanlı Türklerden Hristiyan âlimi yetiştirmek için 1863 senesinde ayrı bir okul açılmıştı. Slav olmayan milletler arasında eğitimin yayılmasının asıl hedefi onları Ruslaştırmaktı. Eğitim Bakanlığının 2 Şubat 1870 tarihli yazısında “memleketimiz hudutları içinde yaşamakta olan bütün gayri Rusların eğitimindeki maksat, bunları yavaş yavaş Ruslaştırarak sonunda Rus milleti arasında eritmek” olduğu bildiriliyordu. Rus misyonerlerinin İdil-Ural ülkesindeki en büyük başarıları ise İdil Bulgarları döneminde Müslümanlığı kabul etmeyen Türk Bulgarların devamı olarak görülen “Çuvaşları” 17. yüzyılda Ortodokslaştırmalarıdır.
19. yüzyılın ikinci çeyreğinde Lev Brusnitsin adındaki bir maden mühendisinin Sibirya’da bulunan nehir kenarlarındaki kum ve taşları yıkayarak altının elde edildiğini keşfetmesi, Rusya’nın bu asırdaki tarihini değiştirdi. Nehir ve dere yataklarından altın elde edildiğini gören Rus köylüleri, 17. yüzyılda Sibirya’ya kürk için gelenlerin yaptığı gibi bu sefer Sibirya’nın bütün nehir ve ırmak kenarlarını istila etti. Böylece Sibirya’dan çıkarılan altın madeninin yıllık miktarı birden yüzlerce kat artmış oldu. Ayrıca Sibir Türklerinin yaşadığı bölgede birçok yer isminin altınla başlaması da Rusları altın aramaya sevk etti 1847 ‘de Avrupalıların bir yılda elde ettikleri altının 10 katını Ruslar Sibirya’dan çıkarıyordu. Rusların Sibirya’dan elde ettiği altının toplamı Avrupa, Asya ve Latin Amerika’da elde edilenlerin toplamından daha fazlaydı. Sibirya’dan çıkarılan altın sayesinde Rusya, iktisadi yönden çok güçlendi.
1903 yılında Sibirya’dan çıkarılan altın miktarı Rusya’da çıkarılan yıllık altının % 70’ini karşılıyordu. Çarlık zamanında Petersburg’a, SSCB zamanında ise Moskova’ya taşınan altından bölge halkına düşen pay ise sadece aldıkları çalışma ücretleri olarak yansıyordu. Çarlık sonrası dönemde Sibirya altını, gümüşü, kömürü, petrolü, doğal gazı ve kerestesi; Lenin, Stalin ve haleflerinin Sovyet halkı üzerine zorla yükledikleri dev sosyal mühendislik deneyinin masraflarını da ödeyecekti. Rusların Sibirya’yı hor kullanmasına en önemli örneklerden birisi Baykal Gölü’dür.
1928-1938 yılları arasında Kazak sosyalistlerinin ileri gelenleri ortadan kaldırılarak Kazakların ülke yönetiminde azınlık durumuna düşmelerinin önü açıldı. Türkistan’daki Türk sosyalistlerin de akıbeti İdil-Ural ve Kazak bozkırlarındakilerden farklı olmadı. Böylece 1905-1917 yılları arasında Gaspıralı İsmail, Abdürreşid İbrahim, Musa Carullah Bigiyev, Rızaeddin Fahreddin gibi âlimlerin fikirleriyle büyüyen, daha sonra sosyalistlerle aynı siyasi geleceği paylaşan Müslüman düşünürler ortadan kaldırılarak, yerine herhangi bir dinî ve fikrî arka planı olmayan, Sovyet eğitimiyle yetişmiş, İslamiyet’ten uzaklaştırılmış yerli aydınlar! Müslüman halkın önüne getirildi. Bu çürük aydınlar sosyalist rejimin istediği şekilde Müslümanları yönetti.
2. Dünya Savaşı devam ederken sosyalist rejim, Müslümanları karşısına almamak adına şiddet eylemlerine ara verdi. Stalin öldükten sonra Kruşçev daha katı bir siyaset izledi. Basın, radyo ve daha yeni yayına başlayan televizyonlarda İslamiyet aleyhine yayınlar yapıldı.
Çok sayıda kitap basıldı. Sosyalist rejim ise daha ileri giderek stratejik olarak Türkiye’nin etki alanında olan bölgelerdeki Türk halklarını çok zor şartlar altında Sibirya veya Türkistan Bölgesi’ne sürgüne gönderdi. Göç ettirilen Türklerin binlercesi bu süreçte hayatlarını kaybetti.
Sosyalist rejim, 2. Dünya Savaşı gerekçesiyle yurtlarından zorla çıkardığı Kırım Tatarları ve Ahıska Türklerinin savaş bittikten sonra geri dönmelerine izin vermediği gibi geri dönmeye çalışanları da yıllarca cezalandırmaya devam etti.
UHA Haber Merkezi - ÖZKAN KARACA
SON YAZILAR