İkinci Dünya Savaşından sonra hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler icin önemli bir iktisadi amaç olan Ekonomik büyüme kavramı iktisadi yapıda nitelik ve nicelik açısından gelişmeyi ve iyileşmeyi dolayısıyla kişi başına milli gelirdeki artışı ifade eder. Uzun yıllardır iktisatçılar tartışma konusu olan Modern ekonominin sihirli kavramı Ekonomik Büyümenin temel dayanağı süreklilik üzerinedir. Bu anlamda; büyümenin temel belirleyicileri teknolojik gelişme, sermaye birikimi ve istihdam artışı sağlayamayan ekonomi dengede olsa bile büyümesi durduğundan sürekli gelişen ve büyüyen ekonomiler karşısında gerilemeye hatta çökmeye mahkumdur.
Türkiye ekonomisi açısından da uzun yıllardır iktisadi bir amaç olan ekonomik büyüme 1980'li yıllardan itibaren dışa açık büyüme modeli tercih edilmesi ile ihracata yönelik büyüme uygulanmaya başlanmış ve bu dönemde yakalanan hızlı büyüme ivmesi 1990'ların sonunda istikrarsızlıklar nedeniyle sekteye uğrayarak 2001 krizi ile son bulmuştur. Türkiye ekonomisi büyüme eğilimi açısından istikrarsız bir seyir izlendiğinden ve verimlilik artışı sağlanamadığından nitelik olarak etkin olmayan bir büyüme sağlanmıştır. Ekonomik büyümedeki istikrarsızlığın başlıca nedenleri arasında artan kaynak ihtiyacı, yatırımların istikrarsızlığı, yüksek enflasyon, düşük AR-GE yatırımları sonucu verimlilik artışının sağlanamaması ve işsizlik artışı sayılabilir.
Türkiye ekonomisinde 2000'li yıllardan itibaren ise farklı dinamiklerinden beslenen büyüme dönemleri gözlemlenmektedir. Birincisi 2001 krizden sonra uygulanan politikalar ve ekonomide yapılan yapısal reformlar ile enflasyonun normal seviyelerde olması, özel sektöre yönelimin ve yabancı yatırımların artması sonucunda verimlilikteki artışa dayalı ortalama %7'lik büyüme oranı sağlanan 2002-2006 arasındaki dönemdir. Ayrıca, bu dönemde toplumun refah seviyesi yükseldi ve gelir dağılımındaki eşitsizlik nisbeten azaldı. İkincisi ise 2006' ya kadar yabancı sermaye yatırımı ile büyüyen ekonominin 2007 yılından itibaren özellikle 2009 krizi ile birlikte yabancı sermayenin yön değiştirmesi ile büyümenin dinamiklerinin değiştiği ve günümüze kadar gelen dönemdir. Yabancı sermaye akışının azalması ve yabancı yatırımla gelen teknolojinin sabit kalması, büyümenin en onemli dinami klerinden olan teknoloji üretiminin olmaması ve ihracatın düşük teknoloji gerektiren ürünlere yönelik olması büyümeyi olumsuz etkiledi.Inşaat sektörüne ağırlık veren büyüme modelinin uygulanması istihdam artışını sağlasa da verimliliği artırarak sürdürülebilir bir ivmenin yakalanması açoısından sağlıksız bir büyüme sağladı. Bunlara ek olarak artan nüfus karşısında üretimin arttırılamaması refah seviyesini düşürdü, niteliksiz bir büyümenin gelir dağılımıdaki eşitsizliği arttırdı.
Büyüme sadece ekonomik bir kavram değil aynı zamanda sosyolojik olarak toplumu etkileyen bir süreçtir. Türkiye'nin niteliksiz ekonomik büyümesi toplumu kültürel ve sosyolojik olarak olumsuz etkilemektedir. Artan gelir dağılımdaki eşitsizlik yoksulluğu arttırmakta, eğitim seviyesini ve kalitesini düşürmekte, okul çağındaki nufüsu çalışmaya yönlendirerek eğitimli nüfus sayısını düşürmekte. Verimlilik artışına dayalı büyüme toplumdaki bireylerin ekonomik gücünü ve buna bağlı olarak yaşam seviyesini yükseltecektir. Gelir adaletine dayalı büyüme ile geçim derdi kalmayan toplumdaki insanların eğitime, bilime ve araştırmaya yönelmesi sağlanacak, bilginin peşine düşen toplum kaçınılmaz bilimsel gelişmeler ve ilerlemeler kaydedecektir.
Büyümenin sürdürülebilirliği verimlilik artışına bağlı bir olgudur.Gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlik ile zengin ve fakir arasındaki makasın boyutu büyümenin sürdürülebilirliğini tehdit eden unsurların başında gelmektedir. Türkiye ekonomisinde yaşanan büyüme süreçlerinin süreklilik içeren verimlilik artışından uzak olması ve sürdürülebilirlilik anlayışının olmaması istikrarsız seyir eden ekonomiye sebep olmuştur.
Türk ekonomisinin büyüme yönünde ivme yapabilmesi için verimliliğin temel dinamiklerinden olan teknolojiye yatırım yapılması ve teknolojik gelişmeleri sağlayacak AR-GE çalışmalarına gerekli kaynağın ayrılması zorunlu bir ihtiyaçtır. Atıl kaynakların üretime kazandırılması, eğitimin kalitesini yükseltilmesi, serbest pfiyasa mekanizmasına işlerlik kazandırılması ve yabancı sermayeye güven verecek yapısal reformları uygulanması, kurumların bağımsızlığın sağlanması, demokratik yapının sağlam zemine oturtulması Türkiyenin ekonomik ve toplumsal kapasitesine uygun büyüme oranının yakalayabilmesi için hayati önem taşımaktadır. Büyümenin sürdürülebilirliği verimlilik artışına bağlı bir olgudur.Sonuçta, Türkiye ekonomisi verimliliğe dayalı sürdürülebilir nitelikli büyümeyi sağlayacak kabileyete sahiptir.
ANKARA (UHA) - SUAT ELİBÜYÜK
SON YAZILAR